''Birşeyler kaybedince oluşan o boşluk vardır ya hani''
Yalnız içimde müthiş bir boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu , en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu. Ona hakikaten dargın değildim , asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. ''Bunun böyle olmaması lazımdı'' diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç , hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünmekle Maria'ya karşı haksızlık ettiğimi çabuk anladım. Onu , herşeye rağmen, bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi ? Bende , daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi ?
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Sayfa 122
''Aşkı Tanımlamak''
Maria gözlerini sabit bir noktaya dikip uzun uzun daldıktan sonra :
''Benim beklediğim aşk başka!'' dedi ''O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey.Sevmek ve hoşlanmak başka, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, herşeyiyle istemek başka...Aşk bence istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!''
O zaman onu yakalamış gibi kendimden emin bir edayla :
''Bu söylediğiniz bir an meselesidir'' dedim. ''İçinizde mevcut olan sevgi, alaka , sarih olarak bilinmeyen bazı vesilelerle, zamanı tayin edilemeyecek bir anda, birdenbire birikir, tekasüf eder*(Yoğunlaşır.) nasıl tatlı tatlı ısıtan güneş ışığı bir adeseden geçtikten sonra bir noktada toplanıyor ve yakmaya başlıyorsa, kuvvetini fevkalade arttıran bu sevgi de sizi sarar ve tutuşturur. Onu dışardan birdenbire gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O, içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir.''
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali - Sayfa 107-108
''Bağlanabilmek için bağımsız olmak gerekir.''
Oysa insanların çoğu , yeni
ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları güvensizlik, ister
anlaşılamamak, isterde çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ
yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerinde
haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama haksızlık edenin karşı
taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları ''geçmişleri'' olduğunu
göremiyorlardı.
Kayıp
Gül - Serdar Özkan - Sayfa 72
''İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil sürekliliktir.''

Oysa zirveye varanları
adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar o küçük adımları birbiri
ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil
sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren budur.
Kayıp
Gül - Serdar Özkan - Sayfa 124
''Günlük Yazmak''
İnsan günlük tutumu beklide yıllarca ona elini sürmemeli. Üç
gün sonra bakınca bizi derin utanca boğan satırlar, yirmi küsür yıl sonra
gözümüze bir mucize gibi görünebiliyor. Yazının da kendine göre bir ömrü var
demek ki. Eğer yaygın görüşlere bizde katılır, onun bizim elimizden çıktıktan
sonra yeni bir hayata başladığına ikna olursak, serpilmesi ve yüzüne bakılır
hala gelmesi için yirmi üç yıl aslında fena bir süre sayılmaz.
Mesela ilk on yıl, yazılı olanın kendi kendisini tanıdığı
dönem, Harfler hem birbirleriyle, hem de üzerine yazılı oldukları defterle
tanışıyor. Sesli ve sessiz harfler, sert ve yumuşak ünsüzler, şapkalılar ve
çengelliler ancak kaynaşıyorlar.
İkinci on yıl, kendilerini yazanın kim olduğunu unutmalarıyla geçiyor. Onun bütün korkularından, güvensizliğinden, ileride başlarına bela olabilecek bütün kalıtsal hastalıklarından bu süre içinde tek tek arınıyorlar. Günlüğün yazarı olan kişiyle hiçbir ilişkileri kalmıyor böylece. Kalsa bile, zamanla her insan gibi o da değiştiğinden, bir başkasının acılarına bakar gibi bakabiliyor artık sayfalara.
İkinci on yıl, kendilerini yazanın kim olduğunu unutmalarıyla geçiyor. Onun bütün korkularından, güvensizliğinden, ileride başlarına bela olabilecek bütün kalıtsal hastalıklarından bu süre içinde tek tek arınıyorlar. Günlüğün yazarı olan kişiyle hiçbir ilişkileri kalmıyor böylece. Kalsa bile, zamanla her insan gibi o da değiştiğinden, bir başkasının acılarına bakar gibi bakabiliyor artık sayfalara.
Git Kendini Çok
Sevdirmeden – Tuna Kiremitçi – Sayfa 12