Salı, Ağustos 14

Kafka Köşesi

 Franz KAFKA

 

Franz Kafka , 1883 yılında Prag’da doğdu.

Hayatı boyunca savaşlar , toplumsal sebepler ve aile yapısından dolayı çevresine yabancılaşarak, içekapanık , huzursuz bir kişiliğe bürünen Kafka'nın bu durumu , kendisinin yaratıcılığını olumlu yönde etkiledi.

Bir çok edebi eseri hala anlamaya çalışılıp , günümüzde onun gibi kelimeleri kullanarak her bir durumu bu kadar iyi ifade edebilen bir yazarın son yüzyıllarda hala gelmediği tartışılmış ve konuşulmuştur.


Dönüşüm - Die Verwandlung


Böcek İnsan Samsa ! 

Kafka Gregor Samsanın dış görünüşünü bir böceğe benzeterek toplumsal yargılarımıza , işsizliğe , kapitalizm çağrılarına , çalışmamanın verdiği mutsuzluk ve içekapanıklılığa , insanların beklentileri ve önyargılarına maruz kalınmasını o kadar iyi dile getirmiştir ki.

 


Kitabı okurken fantastik bir öykü ile edebi eser arasındaki o ince çizgide giderken , her cümlenin sizi ne kadar etkilediğini , sizi sağdan sola vurup içinizi deştiğini , acıma duygunuzun var olmaya çalıştığını fakat bizlerinde kitapta anlatılan insanların yargılarından, görüşlerinden bir farkımız olmayacağını bunun insanın içerisinde yatan bir etmen olduğunu ve hiç bir zaman değişmeyeceğini öyle bir anlatmıştır ki okuduktan sonra haftalarca etkisinde kalarak , afallamış bir biçimde , beyninizi kurcalayarak gezmenizi sağlar bu kitap.

Çalışmayan bir insan toplum için görülen gözde böcekten farksız olduğunu , sürekli olarak geleceğine dair sorularla sıkıştırılıp , bir isim takılmaya bir nitelik kazandırılmaya çalışılmakta olduğu görülür kitapta.

Baskı oluşturulur sürekli üzerinde bu kişinin , tembel olmuş bir toplum için ; çalışan, didinen , çabalayan , para kazanan , para kazandıkça mutlu olduğunu sanan , mutlu oldukça mutluluk yaydığını düşündürürken , bir anda herşeyden vazgeçen bir adamın değişiminin , toplumun gözündeki zirvedeyken aşşağıya nasıl yuvarlandığını görürüz. 


Franz Kafka Milena'ya Mektuplar


Franz Kafka özleminin , korkularının, sevgisinin , mesafelerinin , acılarının , bıkkınlığının , sıkıntının ve kaybetmenin vermiş olduğu yalnızlığındaki aşkı öle bir dile getirmiştir ki onun bu iç dünyasındaki yapısını Milenaya yazmış olduğu mektuplarda görmüş oluruz.

Kafka Milena Jesenska'nın yazdığı mektupları derhal yok etmesine rağmen Milenanın bu mektupları saklaması sonucu günümüze taşınmıştır. Kafkanın Milenaya duymuş olduğu duygularını dile getirip bir şekilde dışa vurulmasını istememiş olması ,  onun Milena'ya ne kadar değer verdiğininde bir kanıtıdır tabiki.

1920 yılında, Kafka ciğerlerinden hastalanmış, Meran'da dinleniyordu. Milena Viyana'daydı. Birbirlerini görmeden mektuplasmaya başlamışlar; dostça başlayan mektuplaşmalar kısa bir süre sonra tutkulu bir sevgiye dönüşmüştür. Aslında bu sevgi yalnız mektuplarda kalmış , Üç yıl süren mektuplasmalar süresince ; iki ya da üç kez buluşabilmişlerdir.



İşte Kafka'nın Milenaya o mektuplarındaki mükemmel seslenişlerden bazıları :
 
-  "dün seni gördüm düşümde. birbirimizde eriyorduk durmadan. derken nasıl oldu  bilmiyorum yanmaya başlıyorsun. sonunda sen yoksun artık; yanan da, söndürmeye çabalayan da benim yalnız."

-  " bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir "

- "insan sahip olduğu bir şeyi tekrar ele geçirebilir mi?
bu onu "kaybetmek" anlamına gelmiyor mu?"

- "...seninle konuştuğum gibi, kimseyle rahat konuşamam,
kimse senin kadar benden yana olmadı da ondan,
kimse senin kadar iyi niyetli ve her şeyi kavramış değil de ondan..."

- '' beni yaşatan, beni bugüne getiren şey de o bilinçaltındaki yaşama sevgisi olacak. üzüntü, özlem, yaşama olan bu bağlılığımla nasıl çıldırmıyorum daha? çok yalnızım, dilsizlerin yalnızlığına benziyor yalnızlığım, onun için hoş görün bu gevezeliğimi, dinleyecek birini bulunca boşalttım içimi, susamazdım daha...''

- "yanlış yorumlamışsın, diyemeyeceğim, çünkü yanlış yorumlamandan daha kötü bu milena, yüzeyde kalanları anlamışsın yalnız... önemli değil ki bu kadarını anlamış ya da anlamamış olman! "

- "Milena keşke içimde sana karşı biraz kırgınlık olsaydı; o zaman sana karşı olan hislerimde biraz olsun dengeyi kurabilirdim."

- "..yanımda yürümüştün milena, düşünsene yanımda yürümüştün!"

- '' Pazar ve Pazartesi günkü mektuplarınla bir kartını aldım. N'olursun Milena , yanlış yorumlama dediklerimi. Senden uzaktayım , içime kapanık yaşıyorum , pek o kadar sıkıntılı değilim , ama bin türlü şey geçiyor kafamdan, korku , tedirginlik... Tutamıyorum kendimi, içimi sana döküyorum , yazmam doğru değil , ama yazarken unutuyorum...''

- '' Benim hiçbir seyim yok, adım bile yok... Onu bile sana verdim. Bu yüzden bir çesit bağımsızlığım var sana karsı... Bağımlılık sınır tanımaz da ondan. "Ya hep, ya hiç" sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her sey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni... kötü olmaz... O zaman hiçbir sey olmaz, o zaman hiçbir sey yok demektir... Ne kıskançlık kalır, ne üzüntü, ne sıkısma, hiç, hiçbir sey. Biliyorum, birine böylesine güvenmek, bayağının asağısı bir sey, onun için durmadan korku çörekleniyor ya içime? Ama bu korku seni yitiriririm korkusu değil! Birine güvenmeye nasıl yeltenir insan, iste bu korkutuyor beni. Buna karsı koyabilesin diye, sevimli yüzüne Tanrısal bir güzellik ekleniyor. (Ama belki doğustan vardı bu.) ''

-  '' Gözüm açıldı artık, hayır, hayır daha yeterince açılmadı! Gene de sana karsı olan davranısımda değisik bir yan var: Kendimi ve seni düsünerek yalan söylemiyorum sana (kimseye davranmadım bu türlü), sonra da gerçeği gene senden öğreniyorum. "Beni bırakma" diye yakarmamı ele alıp, acı acı yakınıyorsan, Milena, haksızlık edersin. Bugün de bu konuda değismis bir sey yok. Senin atesinle yasıyordum (bunu da öyle olağanüstü bir göklere çıkarma sayma, bu ateste yasayabilmek herkesi mutlu kılar), yerden kesilmisti ayaklarım, uçuyordum; iste bu korkutuyordu beni, nedenini bilmeden korkuyordum, ne kadar havalandığımı bilmediğim için korkuyordum belki. İyi değildi bu durumum, ne benim için, ne de senin için iyi idi. Nitekim doğru bir söz, söylenmesi gereken doğru bir söz yetti beni sarsmaya, sendeledim, derken bir söz daha, tepesi üstü yuvarlanıyorum artık, gene de çok ağır oluyor, ayaklarım kim bilir ne zaman yere değecek? Söylenen bu "doğru sözlerin" neler olduğunu yazmayacağım, örnek vermek istemiyorum, hem neye yarar? Büsbütün allak bullak eder.''






Cuma, Ağustos 3

Adı Konulamayan


Dün bana bişey oldu , adını koyamadığım , uzun süredir hissetmediğim , çoğu zaman arayıpta
hiç bi zaman bulamadığım birşeyi tekrar yaşadım sanki...
Gögüs kafesimi paramparça ederek delip geçicek düzeyde bir heyecan , senin gibi birşeyi hatırlıyorum galiba diyen bir kahroluş , yokluğunla oluşan bir

hüzün , varlığınla oluşan bir sevinç ve hepsiyle birlikte seni düşündüğümde beni delirticek olan o duygu...
Nereden çıktı ? Nasıl oldu ? Neden ve niçin oldu hiç bilmiyorum..
Bildiğim tek şey varsa oda aklımdan bir an olsun hiç çıkmaman.. Tahmin edebiliyomusun sürekli birisinin düşüncelerinin içinde farklı hayaller içerisindesin..
Onun düşüncelerinin arasinda rüyalardasın ama farkında bile değilsin...

Aklımımı kaçırmama sebep olan o Sen , uykusuzluk problemi yaşadığım bugünlerde çok daha fena bi hal aldı..
Heryerdesin.. Yatakta 500. dönüşüm yine ordasın bak , Duvara doğru yüzümü çevirdiğimde üzerindeki küçük kraterlerde geziniyosun.. Kimsenin bilmediği o yerden birlikte inanmak istemediğimiz o şeye bakıyoruz , konuşmuyoruz.
Konuşmamıza gerek yok birbirimizin ne düşündüğünü çok iyi biliyoruz sanki...
Yine gözlerim açık kapanamıyorlar.. Yastığımın üzerindeki o kırışıklık ne kadar tatlısın işte yine orda, yanyana uzanmışız çimlerde.. İstanbul var şimdi karşı kıyıda , adalar sanki burası..
Bu sefer bişeyler sölüyosun ve susuyosun kafanı çeviriyorsun o sirada sana bakıyorum
ne kadarda güzelsin baktığımı hissettiğini çok iyi biliyorum , Uyumuşum.. 


Salı, Temmuz 31

Geçmişten Geleceğe Bir Yokoluş Hikayesi

Bir çocuk vardı kendiyle arada sırada çelişen , karanlığın içinde mutlu olmayı başarabilen...
Bir gün sessiz bir şekilde ilerleyen bir günün içerisinde , hayatını değiştirebilecek bir olayla karşılaştı farkında olmadan...
Hayatında yaşadığı en güzel dakikaları geçirdiğini henüz bilmiyordu...
Bir anda '' O '' kişiyi görmüş ve kalbinin içerisinde çığlığını dindiremediği rüzgar ile savrulmuştu...
O kişiyle konuşmak, o kişinin ılık sesini duyabilmek ve ona hissettiklerini anlatmak için göze alamayacağı hiç bir şey yoktu...
Fakat onunla konuşabilmek için içinde yaşadığı çelişkiler engel oluşturmuştu üzerinde...
O gün orada o dakikada ve yaşadığı o ıssızca geçen saniyelerde son anı yaşadı ve onu kaybetti...


Geceleri artık uyuyamıyor, yemek yiyemiyor ve konuşmuyordu , Ağlamak geliyordu içinden !! Tek uğraşı düşüncelerinden onun silinmemesini sağlamaktı...
O kısacık süreliğine gördüğü o kişi , hayatının anlamı olmuş ve yaşadığı dünyanın onsuz bir hiç olduğunu anlamıştı...
Onu bulmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmış , hayatını ''Bir Belki''ye adamıştı...
Bir unutulmuş rüzgarlı sabah günü onu görebileceği yerde beklemiş fakat yine bulamamıştı... Çaresizce geri dönmüştü elleri ceplerinde...
Aradan günler bir rüya gibi geçmiş , onu bulmuştu inanamayacağı bir sevinçle.. Fakat kaybettiği bir şekilde...
Hayatının amacı farklı kollarda , farklı duygularda , farklı düşüncelerdeydi...
Ve o gün orada anladı ki ( yıkılmış,bitmiş belki bu dünyada hiç yaşamasa daha iyi olabileceğini düşündüğü bir durum içerisinde )
O hayatının amacı olmuş kişi Onu unutmuştu ve hatırlamıyordu bile...
Suçun daha çok kendisinde olduğunu hissediyor , biliyor ve yaşıyordu...
Geçmişte yaşadığı o ufacık sustuğu-konuşmadığı an 
Gelecekte onu sessizleştirmiş ve yok etmişti !...

Pazartesi, Temmuz 30

İçinizdeki Özgürlük


Özgürlük önce içinde başlıyormuş aslında sen farkında değilmişsin.

Artık etrafındakilerin böle yaparsam nasıl düşünürler acaba , böle yapmış gibi durursam böle düşündürürmüyüm gibi hareketlerinden sıkılmadın mı sen ?  Karşıdan birisi geçiyordur telefonuma bakayımda farklı şeyler düşünür belki. Eee düşündü de noldu sana mutluluk mu verdi bunlar. Napıyosun olum kendine saçma sapan hareketlerin var farkında bile değilsin. Sürekli olarak etrafım nasıl düşünür diye yaşadın bu dünyada sonucu ne oldu biliyor musun ?  Yalnızlık.
Evet şimdi çok yalnızsın dimi, tek başına o odada saatlerini , aylarını , yıllarını ekranlara , satırlara , hayallerine bakarak çürütüyorsun. Neden diye sorarsan işte bundan.. İnsanların Düşünceleri ... Çok mu fazla düşünüyosun onları ? Aferim sana o halde !

Pazar, Temmuz 29

Zor Anların Acımasızlaşanları


    Askerlikte sıkı fıkı dostluklar, kardeşlikler yeri geldiğinde abilikler yapılırmış peh…
Herkesin kendini bu kadar düşünüpte yeri gelse karşısındakini düşmanı belleyecek olan böle bir sistemden bu şekilde bişey beklemek…İlginç..

    Benim gördüğüm her insan böle bir ortamın vermiş olduğu yaşama koşulları altında sadece kendini düşünüp egoistleşmekte. Zor koşullar bir bakıma bizim kim olduğumuzu iç dünyamızdaki dışa vurulmamış vahşiliklerimizi , acımasızlıklarımızı, vurdumduymazlığımızı ortaya çıkarıyor. Eğer o insanın içerisinde bir yerlerdeki küçük çekmecelerde saklanmış olan merhamet duygusu varsa ona da kilit vuruluyor ki her şey tamam olsun.

    İlk olarak insanın özgür olamadığı , herhangi bir hatasında yanlışı yüzüne vurulup gururunun yere serildiği , haklı dahi olsa haksız yere konulup hakarete uğradığı böle bir sistemde bunların olması normaldir heralde.

    Tıpkı blindness filmindeki tüm dünyanın beyaz körlüğe yakalanıpta belirli bir bölgede karantina alındıktan sonra birbirlerine vahşice davranmaları gibi bir durum. (Spoiler)


Cumartesi, Temmuz 28

Kitaplardan Alıntılar

“Onu seviyor muyum? İşte dünyanın en anlamsız sorusu.


Sevgi kalple ilgilidir, kalbinle ilgili bir şeyi neden zihnine sorasın ki? Her kalbi durum bir hissediştir, tadılan bir haldir. O hali hissediyorsan, tadıyorsan, zaten kalbin sana cevabı çoktan vermiştir, aklına sormana ya da anlamaya çalışmana gerek kalmaz. Kalple ilgili bir şeyi zihin nasıl anlayabilir ki?
Kaıp Gül : Ekim Yağmurları - Serdar Özkan

 Soru sordum kendime..

"Aslında tek ihtiyaç duyduğum ve aradığım şeyin sevilmek olduğunu fark etmiştim. Geriye kalan her şey ise onun bir türeviydi sadece.

Ama insanlardan gördüğüm sevgi beni hiçbir zaman tatmin etmiyordu, çünkü içten içe beni tanımadıklarını biliyordum.

Egom tatmin oluyordu, evet, ama ruhum, kalbim asla tatmin olmuyordu. Beni tanımıyorlarsa, beni nasıl sevebilirler ki, diye soruyordum kendime."
Kayıp Gül : Ekim Yağmurları - Serdar Özkan
 

''Birşeyler kaybedince oluşan o boşluk vardır ya hani''

 

 

Yalnız içimde müthiş bir boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu , en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu. Ona hakikaten dargın değildim , asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. ''Bunun böyle olmaması lazımdı'' diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç , hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünmekle Maria'ya karşı haksızlık ettiğimi çabuk anladım. Onu , herşeye rağmen, bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi ? Bende , daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi ?
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali  - Sayfa 122

 

 

 ''Aşkı Tanımlamak''



Maria gözlerini sabit bir noktaya dikip uzun uzun daldıktan sonra :

''Benim beklediğim aşk başka!'' dedi ''O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey.Sevmek ve hoşlanmak başka, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, herşeyiyle istemek başka...Aşk bence istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!'' 

O zaman onu yakalamış gibi kendimden emin bir edayla :

''Bu söylediğiniz bir an meselesidir'' dedim. ''İçinizde mevcut olan sevgi, alaka , sarih olarak bilinmeyen bazı vesilelerle, zamanı tayin edilemeyecek bir anda, birdenbire birikir, tekasüf eder*(Yoğunlaşır.) nasıl tatlı tatlı ısıtan güneş ışığı bir adeseden geçtikten sonra bir noktada toplanıyor ve yakmaya başlıyorsa, kuvvetini fevkalade arttıran bu sevgi de sizi sarar ve tutuşturur. Onu dışardan birdenbire gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O, içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir.''

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali  - Sayfa 107-108

 

 

''Bağlanabilmek için bağımsız olmak gerekir.''

 

 

   Oysa insanların çoğu , yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları güvensizlik, ister anlaşılamamak, isterde çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerinde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları ''geçmişleri'' olduğunu göremiyorlardı.

Kayıp Gül - Serdar Özkan - Sayfa 72





''İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil sürekliliktir.''

 

 

    Bir dağ hayal et… Zirvesindeki manzara çok güzel. Orada olmayı çok istiyorsun ama zirveyi kendinden çok uzakta gördüğün için umutsuzluğa kapılıyorsun ‘’oraya nasıl olsa varamam’’ deyip vazgeçiyorsun.

   Oysa zirveye varanları adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar o küçük adımları birbiri ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren budur.

Kayıp Gül - Serdar Özkan - Sayfa 124






''Günlük Yazmak''

 

 
   İnsan günlük tutumu beklide yıllarca ona elini sürmemeli. Üç gün sonra bakınca bizi derin utanca boğan satırlar, yirmi küsür yıl sonra gözümüze bir mucize gibi görünebiliyor. Yazının da kendine göre bir ömrü var demek ki. Eğer yaygın görüşlere bizde katılır, onun bizim elimizden çıktıktan sonra yeni bir hayata başladığına ikna olursak, serpilmesi ve yüzüne bakılır hala gelmesi için yirmi üç yıl aslında fena bir süre sayılmaz.
   Mesela ilk on yıl, yazılı olanın kendi kendisini tanıdığı dönem, Harfler hem birbirleriyle, hem de üzerine yazılı oldukları defterle tanışıyor. Sesli ve sessiz harfler, sert ve yumuşak ünsüzler, şapkalılar ve çengelliler ancak kaynaşıyorlar.
   İkinci on yıl, kendilerini yazanın kim olduğunu unutmalarıyla geçiyor.  Onun bütün korkularından, güvensizliğinden, ileride başlarına bela olabilecek bütün kalıtsal hastalıklarından bu süre içinde tek tek arınıyorlar. Günlüğün yazarı olan kişiyle hiçbir ilişkileri kalmıyor böylece. Kalsa bile, zamanla her insan gibi o da değiştiğinden, bir başkasının acılarına bakar gibi bakabiliyor artık sayfalara.

 
Git Kendini Çok Sevdirmeden – Tuna Kiremitçi – Sayfa 12