Kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kafka etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Pazartesi, Ekim 29

Yaşamın Ucuna Yolculuk






 Hayatın anlamı diye bişey yok , gerçekten yok ama hayatın sonu diye birşey var. Bütün yaşamını hayatın anlamını arama çabasına girmeden bir sona ulaşabilirsin belki.
Ama bu sondan daha tatlı ne olabilir ki gerçekten bi anlam yoksa ?

Hayatta gerçekten tek gerçek yan ölü yanını , yitip geçici yanını bilmek oldu hep. Çünkü yaşamın özlemini doyurabilecek tek bir olgu dahi yoktu , herşey geçiştirmelikti , bağımsızlığı vardı onun bu dünyaya karşı.

  Hayatlarımızın sürekli dayatmalardan ibaret olan sistemler örgüsüne , beklentilerine , aile yapılarının oluşturması gereken o örnek birey olma özelliği olan kişiye karşı çıktı. Aslında çıkmadı sadece öyle birisi olmak istemedi , çünkü bi anlamı yoktu , bi kazanımı yoktu , bi çağrışımı yoktu , gitmek istedi hep , sürekli...
Kaçmak istedi bu yaptırımlardan , duygusuzluklardan..


  Yaşamı boyunca yaşamın gelip geçiciliğindeki o tatsızlığı bilerek yaşamın ucuna 'giderek' yaşamak hayatı. 

Her bir gidiş , gidişin bittiği yere kadar...


'' Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum. Ve hepsine haykırmak istiyorum. Onayladığınız yanıtlar yalnızca bir yüzey. Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil. Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim. Hem de hiç bir çaba harcamadan. Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan. istediğiniz düzeye erişmek o denli kolay ki… Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki. bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün. Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum. Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiç yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum, hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi değer verdiğiniz için. İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı dendim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım. Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum.''
                                                                                                                                                                                                       Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü
'' Ondan bana ulaşan bir duygu var. Durgunluk diyebileceğim rahatlatıcı bir sevinç. Bunu belki de ben yaratıyorum ve onun kişiliğinde birleştiriyorum. O susarken , sigara içerken , bakarken , uyurken , severken , solurken. Sanki bunalımı bile rahatlatıcı. O varken yada yokken. Teninin bu denli güzelliği sonsuz durgunluktan kaynaklanıyor ve bana bu sonsuz yeryüzünden, yaşamdan ve ölümden daha da sonsuz geliyor. İşte bu duygu nedeniyle onunla olmalıyım , onsuz bile olsam. Diğer ilişkileri nasılsa ben sahneliyorum. İnsan , başka bir insanla yada herhangi bir olguyla arasındaki ilişkiyi biçimlendiremezse , bu ilişki yok demektir.  Biçimlendiremediğim bu durgunluk , rahatlatıcı durgunluk , sevindiren durgunluk belki de beni yenen tek duygu : Hem yaşayan , hem de ölü beni. 
Öfkesi durgun , huzursuzluğu durgun. Kendi içine doğru yaşıyor , kendi içine doğru seviyor. 
  Ve seviştiği anlarda suskuyla , hiçbir sözcük söylemeden , sözleri , kavramları aşan , silen , sakin soluklarla gücünü , duyurulması olanaksız sıkıntısını , konuşmamasındaki konuşmaları , suskunun sözlerini , derin iç dünyasını , henüz biçimlenmemiş düşüncelerini , durgun rahatlığı gerisindeki varoluşunu bana akıtıyor , bu duygu beni hem yaşatıyor , hemde bana ölümü mümkün kılıyor.''
                                                                                                                                                                           Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü





Salı, Ağustos 14

Kafka Köşesi

 Franz KAFKA

 

Franz Kafka , 1883 yılında Prag’da doğdu.

Hayatı boyunca savaşlar , toplumsal sebepler ve aile yapısından dolayı çevresine yabancılaşarak, içekapanık , huzursuz bir kişiliğe bürünen Kafka'nın bu durumu , kendisinin yaratıcılığını olumlu yönde etkiledi.

Bir çok edebi eseri hala anlamaya çalışılıp , günümüzde onun gibi kelimeleri kullanarak her bir durumu bu kadar iyi ifade edebilen bir yazarın son yüzyıllarda hala gelmediği tartışılmış ve konuşulmuştur.


Dönüşüm - Die Verwandlung


Böcek İnsan Samsa ! 

Kafka Gregor Samsanın dış görünüşünü bir böceğe benzeterek toplumsal yargılarımıza , işsizliğe , kapitalizm çağrılarına , çalışmamanın verdiği mutsuzluk ve içekapanıklılığa , insanların beklentileri ve önyargılarına maruz kalınmasını o kadar iyi dile getirmiştir ki.

 


Kitabı okurken fantastik bir öykü ile edebi eser arasındaki o ince çizgide giderken , her cümlenin sizi ne kadar etkilediğini , sizi sağdan sola vurup içinizi deştiğini , acıma duygunuzun var olmaya çalıştığını fakat bizlerinde kitapta anlatılan insanların yargılarından, görüşlerinden bir farkımız olmayacağını bunun insanın içerisinde yatan bir etmen olduğunu ve hiç bir zaman değişmeyeceğini öyle bir anlatmıştır ki okuduktan sonra haftalarca etkisinde kalarak , afallamış bir biçimde , beyninizi kurcalayarak gezmenizi sağlar bu kitap.

Çalışmayan bir insan toplum için görülen gözde böcekten farksız olduğunu , sürekli olarak geleceğine dair sorularla sıkıştırılıp , bir isim takılmaya bir nitelik kazandırılmaya çalışılmakta olduğu görülür kitapta.

Baskı oluşturulur sürekli üzerinde bu kişinin , tembel olmuş bir toplum için ; çalışan, didinen , çabalayan , para kazanan , para kazandıkça mutlu olduğunu sanan , mutlu oldukça mutluluk yaydığını düşündürürken , bir anda herşeyden vazgeçen bir adamın değişiminin , toplumun gözündeki zirvedeyken aşşağıya nasıl yuvarlandığını görürüz. 


Franz Kafka Milena'ya Mektuplar


Franz Kafka özleminin , korkularının, sevgisinin , mesafelerinin , acılarının , bıkkınlığının , sıkıntının ve kaybetmenin vermiş olduğu yalnızlığındaki aşkı öle bir dile getirmiştir ki onun bu iç dünyasındaki yapısını Milenaya yazmış olduğu mektuplarda görmüş oluruz.

Kafka Milena Jesenska'nın yazdığı mektupları derhal yok etmesine rağmen Milenanın bu mektupları saklaması sonucu günümüze taşınmıştır. Kafkanın Milenaya duymuş olduğu duygularını dile getirip bir şekilde dışa vurulmasını istememiş olması ,  onun Milena'ya ne kadar değer verdiğininde bir kanıtıdır tabiki.

1920 yılında, Kafka ciğerlerinden hastalanmış, Meran'da dinleniyordu. Milena Viyana'daydı. Birbirlerini görmeden mektuplasmaya başlamışlar; dostça başlayan mektuplaşmalar kısa bir süre sonra tutkulu bir sevgiye dönüşmüştür. Aslında bu sevgi yalnız mektuplarda kalmış , Üç yıl süren mektuplasmalar süresince ; iki ya da üç kez buluşabilmişlerdir.



İşte Kafka'nın Milenaya o mektuplarındaki mükemmel seslenişlerden bazıları :
 
-  "dün seni gördüm düşümde. birbirimizde eriyorduk durmadan. derken nasıl oldu  bilmiyorum yanmaya başlıyorsun. sonunda sen yoksun artık; yanan da, söndürmeye çabalayan da benim yalnız."

-  " bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir "

- "insan sahip olduğu bir şeyi tekrar ele geçirebilir mi?
bu onu "kaybetmek" anlamına gelmiyor mu?"

- "...seninle konuştuğum gibi, kimseyle rahat konuşamam,
kimse senin kadar benden yana olmadı da ondan,
kimse senin kadar iyi niyetli ve her şeyi kavramış değil de ondan..."

- '' beni yaşatan, beni bugüne getiren şey de o bilinçaltındaki yaşama sevgisi olacak. üzüntü, özlem, yaşama olan bu bağlılığımla nasıl çıldırmıyorum daha? çok yalnızım, dilsizlerin yalnızlığına benziyor yalnızlığım, onun için hoş görün bu gevezeliğimi, dinleyecek birini bulunca boşalttım içimi, susamazdım daha...''

- "yanlış yorumlamışsın, diyemeyeceğim, çünkü yanlış yorumlamandan daha kötü bu milena, yüzeyde kalanları anlamışsın yalnız... önemli değil ki bu kadarını anlamış ya da anlamamış olman! "

- "Milena keşke içimde sana karşı biraz kırgınlık olsaydı; o zaman sana karşı olan hislerimde biraz olsun dengeyi kurabilirdim."

- "..yanımda yürümüştün milena, düşünsene yanımda yürümüştün!"

- '' Pazar ve Pazartesi günkü mektuplarınla bir kartını aldım. N'olursun Milena , yanlış yorumlama dediklerimi. Senden uzaktayım , içime kapanık yaşıyorum , pek o kadar sıkıntılı değilim , ama bin türlü şey geçiyor kafamdan, korku , tedirginlik... Tutamıyorum kendimi, içimi sana döküyorum , yazmam doğru değil , ama yazarken unutuyorum...''

- '' Benim hiçbir seyim yok, adım bile yok... Onu bile sana verdim. Bu yüzden bir çesit bağımsızlığım var sana karsı... Bağımlılık sınır tanımaz da ondan. "Ya hep, ya hiç" sözü, büyük bir söz! Ya benimsin, ya değilsin. Benimsen, sorun yok, her sey iyi demektir, ama değilsen, yitirirsem seni... kötü olmaz... O zaman hiçbir sey olmaz, o zaman hiçbir sey yok demektir... Ne kıskançlık kalır, ne üzüntü, ne sıkısma, hiç, hiçbir sey. Biliyorum, birine böylesine güvenmek, bayağının asağısı bir sey, onun için durmadan korku çörekleniyor ya içime? Ama bu korku seni yitiriririm korkusu değil! Birine güvenmeye nasıl yeltenir insan, iste bu korkutuyor beni. Buna karsı koyabilesin diye, sevimli yüzüne Tanrısal bir güzellik ekleniyor. (Ama belki doğustan vardı bu.) ''

-  '' Gözüm açıldı artık, hayır, hayır daha yeterince açılmadı! Gene de sana karsı olan davranısımda değisik bir yan var: Kendimi ve seni düsünerek yalan söylemiyorum sana (kimseye davranmadım bu türlü), sonra da gerçeği gene senden öğreniyorum. "Beni bırakma" diye yakarmamı ele alıp, acı acı yakınıyorsan, Milena, haksızlık edersin. Bugün de bu konuda değismis bir sey yok. Senin atesinle yasıyordum (bunu da öyle olağanüstü bir göklere çıkarma sayma, bu ateste yasayabilmek herkesi mutlu kılar), yerden kesilmisti ayaklarım, uçuyordum; iste bu korkutuyordu beni, nedenini bilmeden korkuyordum, ne kadar havalandığımı bilmediğim için korkuyordum belki. İyi değildi bu durumum, ne benim için, ne de senin için iyi idi. Nitekim doğru bir söz, söylenmesi gereken doğru bir söz yetti beni sarsmaya, sendeledim, derken bir söz daha, tepesi üstü yuvarlanıyorum artık, gene de çok ağır oluyor, ayaklarım kim bilir ne zaman yere değecek? Söylenen bu "doğru sözlerin" neler olduğunu yazmayacağım, örnek vermek istemiyorum, hem neye yarar? Büsbütün allak bullak eder.''