Salı, Temmuz 31

Geçmişten Geleceğe Bir Yokoluş Hikayesi

Bir çocuk vardı kendiyle arada sırada çelişen , karanlığın içinde mutlu olmayı başarabilen...
Bir gün sessiz bir şekilde ilerleyen bir günün içerisinde , hayatını değiştirebilecek bir olayla karşılaştı farkında olmadan...
Hayatında yaşadığı en güzel dakikaları geçirdiğini henüz bilmiyordu...
Bir anda '' O '' kişiyi görmüş ve kalbinin içerisinde çığlığını dindiremediği rüzgar ile savrulmuştu...
O kişiyle konuşmak, o kişinin ılık sesini duyabilmek ve ona hissettiklerini anlatmak için göze alamayacağı hiç bir şey yoktu...
Fakat onunla konuşabilmek için içinde yaşadığı çelişkiler engel oluşturmuştu üzerinde...
O gün orada o dakikada ve yaşadığı o ıssızca geçen saniyelerde son anı yaşadı ve onu kaybetti...


Geceleri artık uyuyamıyor, yemek yiyemiyor ve konuşmuyordu , Ağlamak geliyordu içinden !! Tek uğraşı düşüncelerinden onun silinmemesini sağlamaktı...
O kısacık süreliğine gördüğü o kişi , hayatının anlamı olmuş ve yaşadığı dünyanın onsuz bir hiç olduğunu anlamıştı...
Onu bulmak için elinden gelen her şeyi yapmaya çalışmış , hayatını ''Bir Belki''ye adamıştı...
Bir unutulmuş rüzgarlı sabah günü onu görebileceği yerde beklemiş fakat yine bulamamıştı... Çaresizce geri dönmüştü elleri ceplerinde...
Aradan günler bir rüya gibi geçmiş , onu bulmuştu inanamayacağı bir sevinçle.. Fakat kaybettiği bir şekilde...
Hayatının amacı farklı kollarda , farklı duygularda , farklı düşüncelerdeydi...
Ve o gün orada anladı ki ( yıkılmış,bitmiş belki bu dünyada hiç yaşamasa daha iyi olabileceğini düşündüğü bir durum içerisinde )
O hayatının amacı olmuş kişi Onu unutmuştu ve hatırlamıyordu bile...
Suçun daha çok kendisinde olduğunu hissediyor , biliyor ve yaşıyordu...
Geçmişte yaşadığı o ufacık sustuğu-konuşmadığı an 
Gelecekte onu sessizleştirmiş ve yok etmişti !...

Pazartesi, Temmuz 30

İçinizdeki Özgürlük


Özgürlük önce içinde başlıyormuş aslında sen farkında değilmişsin.

Artık etrafındakilerin böle yaparsam nasıl düşünürler acaba , böle yapmış gibi durursam böle düşündürürmüyüm gibi hareketlerinden sıkılmadın mı sen ?  Karşıdan birisi geçiyordur telefonuma bakayımda farklı şeyler düşünür belki. Eee düşündü de noldu sana mutluluk mu verdi bunlar. Napıyosun olum kendine saçma sapan hareketlerin var farkında bile değilsin. Sürekli olarak etrafım nasıl düşünür diye yaşadın bu dünyada sonucu ne oldu biliyor musun ?  Yalnızlık.
Evet şimdi çok yalnızsın dimi, tek başına o odada saatlerini , aylarını , yıllarını ekranlara , satırlara , hayallerine bakarak çürütüyorsun. Neden diye sorarsan işte bundan.. İnsanların Düşünceleri ... Çok mu fazla düşünüyosun onları ? Aferim sana o halde !

Pazar, Temmuz 29

Zor Anların Acımasızlaşanları


    Askerlikte sıkı fıkı dostluklar, kardeşlikler yeri geldiğinde abilikler yapılırmış peh…
Herkesin kendini bu kadar düşünüpte yeri gelse karşısındakini düşmanı belleyecek olan böle bir sistemden bu şekilde bişey beklemek…İlginç..

    Benim gördüğüm her insan böle bir ortamın vermiş olduğu yaşama koşulları altında sadece kendini düşünüp egoistleşmekte. Zor koşullar bir bakıma bizim kim olduğumuzu iç dünyamızdaki dışa vurulmamış vahşiliklerimizi , acımasızlıklarımızı, vurdumduymazlığımızı ortaya çıkarıyor. Eğer o insanın içerisinde bir yerlerdeki küçük çekmecelerde saklanmış olan merhamet duygusu varsa ona da kilit vuruluyor ki her şey tamam olsun.

    İlk olarak insanın özgür olamadığı , herhangi bir hatasında yanlışı yüzüne vurulup gururunun yere serildiği , haklı dahi olsa haksız yere konulup hakarete uğradığı böle bir sistemde bunların olması normaldir heralde.

    Tıpkı blindness filmindeki tüm dünyanın beyaz körlüğe yakalanıpta belirli bir bölgede karantina alındıktan sonra birbirlerine vahşice davranmaları gibi bir durum. (Spoiler)


Cumartesi, Temmuz 28

Kitaplardan Alıntılar

“Onu seviyor muyum? İşte dünyanın en anlamsız sorusu.


Sevgi kalple ilgilidir, kalbinle ilgili bir şeyi neden zihnine sorasın ki? Her kalbi durum bir hissediştir, tadılan bir haldir. O hali hissediyorsan, tadıyorsan, zaten kalbin sana cevabı çoktan vermiştir, aklına sormana ya da anlamaya çalışmana gerek kalmaz. Kalple ilgili bir şeyi zihin nasıl anlayabilir ki?
Kaıp Gül : Ekim Yağmurları - Serdar Özkan

 Soru sordum kendime..

"Aslında tek ihtiyaç duyduğum ve aradığım şeyin sevilmek olduğunu fark etmiştim. Geriye kalan her şey ise onun bir türeviydi sadece.

Ama insanlardan gördüğüm sevgi beni hiçbir zaman tatmin etmiyordu, çünkü içten içe beni tanımadıklarını biliyordum.

Egom tatmin oluyordu, evet, ama ruhum, kalbim asla tatmin olmuyordu. Beni tanımıyorlarsa, beni nasıl sevebilirler ki, diye soruyordum kendime."
Kayıp Gül : Ekim Yağmurları - Serdar Özkan
 

''Birşeyler kaybedince oluşan o boşluk vardır ya hani''

 

 

Yalnız içimde müthiş bir boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu , en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti. En tatlı emellerinin tahakkukunu gördüğü bir rüyadan acı hakikate uyanan bir insan gibi içim çekiliyordu. Ona hakikaten dargın değildim , asla kızmıyordum. Sadece müteessirdim. ''Bunun böyle olmaması lazımdı'' diyordum. Demek ki beni bir türlü sevemiyordu. Hakkı vardı. Beni hayatımda hiç , hiç kimse sevmemişti. Zaten kadınlar pek acayip mahluklardı. Bütün hatıralarımı toplayarak bir hüküm vermek istediğim zaman, kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. Kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu. Fakat böyle düşünmekle Maria'ya karşı haksızlık ettiğimi çabuk anladım. Onu , herşeye rağmen, bu çeşit bir mahluk addedemezdim. Sonra onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. Sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. O da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. Fakat bu neydi ? Bende , daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi ?
Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali  - Sayfa 122

 

 

 ''Aşkı Tanımlamak''



Maria gözlerini sabit bir noktaya dikip uzun uzun daldıktan sonra :

''Benim beklediğim aşk başka!'' dedi ''O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey.Sevmek ve hoşlanmak başka, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, herşeyiyle istemek başka...Aşk bence istemektir. Mukavemet edilemez bir istemek!'' 

O zaman onu yakalamış gibi kendimden emin bir edayla :

''Bu söylediğiniz bir an meselesidir'' dedim. ''İçinizde mevcut olan sevgi, alaka , sarih olarak bilinmeyen bazı vesilelerle, zamanı tayin edilemeyecek bir anda, birdenbire birikir, tekasüf eder*(Yoğunlaşır.) nasıl tatlı tatlı ısıtan güneş ışığı bir adeseden geçtikten sonra bir noktada toplanıyor ve yakmaya başlıyorsa, kuvvetini fevkalade arttıran bu sevgi de sizi sarar ve tutuşturur. Onu dışardan birdenbire gelen bir şey zannetmek doğru değildir. O, içimizde zaten mevcut olan hislerin bizi şaşırtacak kadar şiddetlenivermesinden ibarettir.''

Kürk Mantolu Madonna - Sabahattin Ali  - Sayfa 107-108

 

 

''Bağlanabilmek için bağımsız olmak gerekir.''

 

 

   Oysa insanların çoğu , yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları güvensizlik, ister anlaşılamamak, isterde çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu. Daha önceki ilişkilerinde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar ama haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları ''geçmişleri'' olduğunu göremiyorlardı.

Kayıp Gül - Serdar Özkan - Sayfa 72





''İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil sürekliliktir.''

 

 

    Bir dağ hayal et… Zirvesindeki manzara çok güzel. Orada olmayı çok istiyorsun ama zirveyi kendinden çok uzakta gördüğün için umutsuzluğa kapılıyorsun ‘’oraya nasıl olsa varamam’’ deyip vazgeçiyorsun.

   Oysa zirveye varanları adımları seninkilerden daha büyük değildi. Ama onlar o küçük adımları birbiri ardınca atmayı sürdürmüş kimselerdi. İmkansızı gerçekleştiren mucizeler değil sürekliliktir. Suya sarp kayaları deldiren budur.

Kayıp Gül - Serdar Özkan - Sayfa 124






''Günlük Yazmak''

 

 
   İnsan günlük tutumu beklide yıllarca ona elini sürmemeli. Üç gün sonra bakınca bizi derin utanca boğan satırlar, yirmi küsür yıl sonra gözümüze bir mucize gibi görünebiliyor. Yazının da kendine göre bir ömrü var demek ki. Eğer yaygın görüşlere bizde katılır, onun bizim elimizden çıktıktan sonra yeni bir hayata başladığına ikna olursak, serpilmesi ve yüzüne bakılır hala gelmesi için yirmi üç yıl aslında fena bir süre sayılmaz.
   Mesela ilk on yıl, yazılı olanın kendi kendisini tanıdığı dönem, Harfler hem birbirleriyle, hem de üzerine yazılı oldukları defterle tanışıyor. Sesli ve sessiz harfler, sert ve yumuşak ünsüzler, şapkalılar ve çengelliler ancak kaynaşıyorlar.
   İkinci on yıl, kendilerini yazanın kim olduğunu unutmalarıyla geçiyor.  Onun bütün korkularından, güvensizliğinden, ileride başlarına bela olabilecek bütün kalıtsal hastalıklarından bu süre içinde tek tek arınıyorlar. Günlüğün yazarı olan kişiyle hiçbir ilişkileri kalmıyor böylece. Kalsa bile, zamanla her insan gibi o da değiştiğinden, bir başkasının acılarına bakar gibi bakabiliyor artık sayfalara.

 
Git Kendini Çok Sevdirmeden – Tuna Kiremitçi – Sayfa 12